Kıvanç Sezer’e Küçük Şeyler’i Sorduk!

Ödüllü yönetmen ve senarist Kıvanç Sezer’in ikinci uzun metraj filmi Küçük Şeyler geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Başrollerini Alican Yücesoy ve Başak Özcan‘ın paylaştığı yapım, seyircinin kendi hayatından kesitler bulacağı bir beyaz yaka komedisi… Tolga Karaçelik’in yapımcıları arasında olduğu filmin üzerine yönetmeni Kıvanç Sezer ile konuştuk.

Senaryo fikriniz nasıl oluştu? Size ilham veren neydi?

Küçük Şeyler,  Babamın Kanatları’ndan önce yazdığım bir hikayeydi. Bir ilişki draması, orta sınıf hayatını , beyaz yakalı insanın hikayesini yazmak istiyordum. İlham aldığım spesifik birileri olmadı ancak tanıdığım çok fazla Onur ve çok fazla Bahar karakteri oldu. Senaryoyu yazarken işin içine kendimi de kattığımı söyleyebilirim, hikayede benden parçalar çünkü. İçinde yaşadığımız topluma dair gözlemlerimi, bir takım araştırmalarla,  filmlerle ve kendimce oluşturduğum fikirleri harmanlayıp Küçük Şeyler’in senaryosunu oluşturdum diyebilirim.

Peki oyuncuları neye göre seçtiniz? Belirli bir kriteriniz var mıydı?

Başta oyuncunun role uygun olması çok önemli. Bunun yanı sıra birlikte çalışabileceğimiz oyuncuları seçmeye dikkat ettik. Film, Onur ve Bahar karakterine yoğunlaştığı için önce bu iki karakter üzerine yoğunlaştık, ardından yardımcı oyuncuları belirledik. Yan karakterlerde de hem tiyatroda hem de sinemada çok iyi işler gerçekleştiren Müfit Kayacan, Levent Parlak, Kubilay Tuncer Sedat gibi isimler var.

Oyuncularda şunu önemsiyorum; karaktere bir şey katabilecek potansiyele sahip olması ve bana ilham vermesi. Buna uyan oyuncularla çalışmayı tercih ediyorum. İki filmimde de  hem Babamın Kanatları hem de Küçük Şeyler’de bana ilham veren oyuncularla çalıştığım için kendimi şanslı hissediyorum.

Filminizde iki kişinin de işten kovulduğu bir sahne vardı. İkisinin de sorduğu soru “Neden Ben?” olmuştu. Sizce bu doğru bir soru muydu?

İşini kaybetmek, özellikle yüksek gelir grubunda çalışan insanlardan bahsediyorsak zor bir süreç. İşini kaybetmeye bir de haksızlığa uğrama duygusu eşlik ediyor. O yüzden “neden ben?” sorusunu ikisi de soruyor. Film bunun üzerinden çok  ilerlemiyor ama bu soru tabiki de önemli bir soru. Film, esasında işsizlikten sonraki süreci anlatıyor.

Onur ile Bahar arasında geçen süreçler gösterilirken bazı geri dönüşler var filmin içinde ve o geriye dönüşlerin iki sahnesinde bu soruyla karşılaşıyoruz. Orada şöyle bir ilginçlik de var; Onur bölge müdürü olduğu için hem başka bir mümessili işten çıkarma pozisyonunda hem de kendisi işten atılma pozisyonunda. Böyle ara bir formda duruyor. Bu yüzden Onur karakteri için bunun daha farklı bir durum yarattığını düşünüyorum.

Filminizde işyerinde mobbinge maruz kaldıkları halde, üstlerinin doğum gününü kutlamak zorunda kalan insanların olduğu bir sahne vardı. Bu günlük hayatımızda da sıkça duyduğumuz, karşılaştığımız bir durum. Bu sahneyle ilgili neler söylemek istersiniz?

Bu sahneyi çekerken özel bir ilaç firmasının hazırladığı bir videodan ilham aldım. O videoda çok ekstrem bir doğum günü kutlama sahnesi vardı. O sahneden esinlendim. İnsanların böyle  bir tutum sergilemesi, belki de yaptıkları şeyi yeterli bulmayıp, bir tür bir sıcaklık yaratma anlayışından kaynaklı olabilir. Ama bazı noktalarda durumun kendisini çok komik bulduğumu söylemeliyim.  

Filminizle ilgili en çok merak edilen soruyu sormak istiyorum. Zebra! Onur hangi noktada kendisini Zebra ile özdeşleştiriyor. Sizin kendinizi özdeşleştirdiğiniz bir hayvan figürü var mı?

Benim kendime özdeşleştirdiğim bir hayvan figürü yok. Fakat zebra bizim filmin maskotu oldu diyebilirim. İnsanlar filmi seyretmeden bununla ilgili çok fazla  spoiler da vermek istemiyorum. Ama şunun ipucunu verebiliriz, özellikle işe alım süreçlerinde uygulanan bazı testler vardır. Tıpkı Bana sorduğunuz “Kendinizi hangi hayvanla özdeşleştiriyorsunuz?” gibi   ve yunus balığı, tavuskuşu, kaplan gibi insanların karakterlerini çağrıştırdığı düşünülen, dolayısıyla işe alırken o insanın karakterini de işin içine katma amacı taşıyan testler bunlar. Ben de buradan hareketle böyle bir şey düşündüm. Çünkü bizim karakterimiz kendisini zebralarla özdeşleştiriyor.

Aslında Onur kendini farklı yerde gören bir insan, bunun minvalinde gelişen biraz da absürdleşen olaylarla birlikte filmin geneline baktığın zaman, zebra figürü filmin maskotu gibi bir şey oldu. Sette ve set sonrasında bunun eğlencesini  yaptık diyebilirim. Onur da kendini farklı gördüğü için, zebrayla özdeşleştiriyor kendisini.  Zebralar her yerde karşılaşabileceğiniz hayvanlar değil. Hiyerarşik bir düzende yaşarlar, hepsinin çizgileri ve desenleri birbirinden farklıdır. İlginç özellikleri olan bir hayvan türü zebra.

Herkesin kendisinden bir parça bulabileceği bu filmde kendinizi bulduğunuz bölüm neresiydi? Ben bunu çok merak ettim.

Yani aslında bütün sahneler benden bir parça ancak ben özellikle yemek sahnelerini seviyorum. Çünkü yemek sahneleri hem bir tür sıcaklık hem de olayların oluşumunda bir tür anlam barındırıyor içinde. O yüzden kendimi bir tane sahne seçmem gerekirse bütün o organik beslenmeden tutun  yurtdışı tatillerine, sağlıklı yaşam formüllerinden tüketime kadar bütün o saçma konuların konuşulduğu sahneyi söyleyebilirim. Kendimi en yakın bulduğum sahnenin bu olduğunu söylebilirim.

Hayalleri olan insanlara neler söylemek istersiniz?

Şunu söylemek isterim: bu hayaller gerçekten sizin hayalleriniz mi öncelikle  bundan emin olmalısınız. Yoksa bir şekilde sistemin istediği aldatmacaya inanıp sonrasında bunu kendi hayaliniz olarak mı görüyorsunuz? Yoksa bu gerçekten içinizde var mı? Çünkü : “hayallerinizin peşinden koşun.” Amerikanvari bir ideolojidir. Bu cümlenin kendisi de bir aldatmacadır.

Türkiye gibi asgari ücretle geçinmek zorunda olan milyonlarca insanın yaşadığı bir yerde hayallerinizin peşinden koşun demek, safsatanın ötesine geçemez. Ama bir insan gerçekten bir şeye yürekten inandıysa ve onun için bir bedel ödemeye hazırsa, o zaman bu insanın yaşamını anlamlı kılacak bir şeye dönüşebilir. Fakat bunun üzerinde etraflıca düşünmek gerekiyor. Bu tür ideolojik bir yaklaşımın ya da içinde yaşadığımız neoliberal dünyanın ambalajına kanmadan ilerlemenin gerektiğini düşünüyorum. Biraz da hayal edilen şeyle insanın kendini anlamlandırma sürecinin koşut gitmesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, bağımsız filmler gişede kendine zor yer buluyor. Siz bu konuda ne gibi zorluklar yaşadınız ve hedeflediğiniz kitleye ulaşabilecek misiniz?

Bundan üç yıl önce Babamın Kanatları filmiyle  vizyona girdiğimizde sadece 16 salonda yer bulabilmiştik. Fakat ona rağmen seyirci filme sahip çıkmıştı ve 25.000’e yakın insan bu filmi sinemada izlemişti. Recep İvedik’lerin 1500 kopyayla girdiği sinemalara sadece 16 kopyayla girdiğimizin altını çizmek istiyorum. O zaman da  Recep İvedik vardu şu anda da var. Ve burada bir adaletsizlik olduğu kesin, bu serbest piyasa ekonomisinin  doğrudan bir yansıması.

Küçük Şeyler 23 şehirde, 100 salonda girdi. Bu benim için büyük bir gelişme, 16 salondan 100’e çıkmışız. Aslında bu bir fırsat, insanlar bu filme değer verip sinemada izleyebilirlerse, bu tür filmler daha uzun süre vizyonda kalır ve filmleri seyirci tarafından izlenen sinemacılar da gerçek anlamda bağımsız olabilirler. O yüzden çağrımız, iyi filmleri; gerçekten içinde bir derdi olan, bir meselesi olan filmleri sinema salonlarında izlemeye çalışsınlar. Biliyorum, bugün yaşadığımız koşullarda sinema biletlerinin fiyatı yüksek. Bir filmi seyretmek için  AVM’ye gittiğiniz zaman ciddi bir maliyet ortaya çıkıyor. Fakat sinemaya gitme alışkanlığı olan insanların tercihlerini bu yönde kullanmaları ve kendi sinema zevklerini  geliştirmeleri açısından  festivalleri takip etmeleri, sinemamız açısından iyi olacaktır.

Kıvanç Sezer’in En’leri

En çok izlediğiniz film?
Ingrid Bergman- Bir Evlilikten Manzaralar
En sevdiğiniz dizi?
Game of Thrones
En beğendiğiniz yönetmen?
Abbas Kiorostami
En beğendiğiniz oyuncular?
Daniel Day-Lewis, Xaiver Bardem, Scartlett Johansson, Joaquin Phoenix,        Türkiye’den Haluk Bilginer, Başak Köklükaya, Melisa Sözen.
Favori kitabınız?
Gabriel Garcia Marquez – Yüzyıllık Yalnızlık
Sizi en çok heyecanlandıran şey?
İyi bir fikir
En son okuduğunuz kitap?
Arkadaş Zekai Özger – Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası
En sevdiğiniz şarkı? Veya “bu aralar en çok dinlediğiniz şarkı”
Fatih Kısaparmak – Karasevda
En beğendiğiniz yerli yönetmenler?
Yılmaz Güney, Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Emin Alper, Özcan Alper, Tolga Karaçelik…
Yazmak mı yönetmek mi? Neden?
Bazı insanlar film çekmek için yazar, bazıları da film yazmak için yazarlar. Beni asıl heyecanlandıran şey, sette olmak yani işin daha aktif tarafında olmak diyebilirim. Başta film çekmek için yazıyordum, fakat yazının uçsuz bucaksız bir dünya olduğunu fark edip keyif almaya başladım. Yönetmenin, yazmaktan bir tık daha üstte olduğunu söyleyebilirim.  

Bu haberleri de beğenebilirsiniz

Okan Yalabık, Panda Po rolünü anlattı!

Napolyon filmi için aynı anda 11 kamera kullanıldı!

Engin Şenkan: “Hasretini çektiğim bir roldü”

Salma Hayek: Hollywood neredeyse 20 yıl komedi projelerinde rol almamı engelledi!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir